Bu yaz yıllardan beri
gitmeyi çok istediğimiz bir başka ülkeyi görmek bize kısmet oldu: İspanya.
Akıllara neleri getirmez ki; boğa güreşleri, şarapları, mezeleri, dansçıları,
Don Kişot’u meşhur, Müslüman ve Hristiyanların buluştuğu ve yıllarca savaştığı
yer. Fakat çok büyük bir ülke ve bize 11 gün bile yetmeyecekti. Hatta 4 e bölüp
gezelim dedik o bile çok hızlı geldi. Öyle güzel yerler var ki insan her
birinde kalabilmek, orayı yaşayabilmek istiyor. Biz planımızı Barselona, Madrid
ve birazcık kuzeyden dolaşarak oluşturduk. Bir dahakine kısmetse güneyi de
görmek isteriz.
aşağıdaki yaptığımız turun izleğini göremiyorsanız buraya tıklayın
EveryTrail - Find trail maps for California and beyond
aşağıdaki yaptığımız turun izleğini göremiyorsanız buraya tıklayın
North spain
EveryTrail - Find trail maps for California and beyond
Birkaç ay önceden Barselona’dan
kiraladığımız motosikletimizle gezmeyi planladık. İlk üç gün Barselona da
kalmayı düşündüğümüz için de 3 gecelik otel rezervasyonumuzu booking.com dan
yaptık.
Yaklaşık 4 saatlik uçuşun ardından Barselona
havaalanına indik. Taksiyle otelimize vardık. Otel gayet temiz ve düzenli ve her
şeyin merkezi La Rambla ya yürüyüş mesafesinde. Fiyatlar uygun ama tabi her şey
beklentilerle alakalı. Bizim için gayet iyiydi. Varışımız öğleden sonra 3
civarıydı ve biraz dinlenip kendimizi dışarı attık. Yaşasın Barselona dayız!
1.GÜN Gotik Mahalle
La Rambla Barselona için kalp.
Herkes orada. Burası dükkânlar, restoranlar, çiçekçiler, kafelerle dolu bir
cadde. Bir ucu denize diğeri meşhur Katalunya meydanına çıkıyor. Biz
güvercinlerle dolu Katalunya meydanını başlangıç olarak seçtik.
Plaça de Catalunya (İng: Catalonia
Square), Barselona’da yer alan bir meydandır. Bağlantı noktası olarak görülen
bu meydan tüm sokakların başladığı yerdir. Plaça de Catalunya’dan herhangi bir
yere taksi, otobüs, metro ya da diğer toplu taşıma araçları ile gidebilirsiniz.
Ayrıca bu meydanda eski ve yeni birçok markanın satıldığı mağazaları bulmak da
mümkündür. Hard Rock Cafe de burada. Katalunya meydanı çeşmeleri ve heykelleri
ile ünlüdür. Özellikle yerli halk için popüler bir buluşma noktasıdır. Bu büyük
meydan eski ve yeni şehir merkezi olarak da düşünülür.
Burada
biraz oturup dinlendik. Çok güzel bir meydan olduğu söylenemez ama gerçekten
büyük ve kalabalık. Ardından yürüyerek La Rambla yı ve gotik mahalleyi gezmeyi
karar verdik. La Rambla bir sürü sokağın birleştiği bir cadde ve La Rambla'da yüzünüzü denize
dönünce solda kalan bölüm "Barri Gotic" yani Gotik Semti. Buradaki
sokaklarda kaybolmak büyük zevk.
Bir çok hoş dükkân, minik kafe, dar sokak,
sevimli ev, sokak sanatı, vintage butikler var. Kendinizi bu sokakların içine
attığınızda Barselona nın tarihi binaları ve daracık yollar ile
karşılaşıyorsunuz.
Tamamı Gotik olan
binalar içinde en önemli yapı Barselona Katedrali’dir, gerçek adı ile LA SEU.
Katedrale giriş ücreti 5€’dur.
La Rambla'nın
ortalarında sol tarafta kalan Carrer de Colom adlı sokaktan içeri girdiğinizde
en güzel meydanlardan birine çıkıyorsunuz: Plaça de Reial.
Burayı mimari açıdan
Küba'ya benzetmiş birçok kişi. Meydan Meksika’da yer alan Plaza Garibaldi’nin
aynısıdır.Palmiyelerin ve fıskiyelerin süslediği kalabalık bir meydan burası.
Sokak lambalarının da Gaudi tarafından tasarlanmış olduğunu bilmekte fayda var.
Meydan etrafında birçok restoran ve cafe mevcut.
Yorulmuş ve acıkmıştık ki kendimize
bir restoran bulduk. İstediğimiz deniz ürünleri tabağı bize İspanya da ilerki
günlerde yiyeceğimiz şu meşhur lezzetli mezelerin habercisiymiş meğer. Kocaman
ve nefisti. İçerideki ambiyans da bir o kadar harikaydı.
Yemekten sonra biraz da denize doğru
yürüdük. Kocaman kolomb heykeli deniz kenarındaki en ünlü ilgi noktası. Colomb
Amerika'yı işaret ediyormuş. Heykelin burada bulunma amacı, Colomb’un tarihi
seyahatine Katalan topraklarından başladığını hatırlatmak. Bazı İspanyol
kaynaklarına göre bu farklı olsa da Barselona’da genel inanış bu yönde.
La Rambla'nın deniz tarafındaki ucu olan
Colomb heykeline ulaştığınızda karşınızda Port Vell de diye adlandırılan
Barselona marinası var. Limanda yürüyüp liman üzerindeki Maremagnum alışveriş
merkezinin kafelerinde mola verebilirsiniz. Biz girip çıktık, ama ilgimizi
çekmedi. Burada çok büyük bir akvaryum da var. Giriş ücreti 18 €.
Dönüşte otelimize varmadan önce yine
görmeyi heyecanla beklediğimiz La Rambla da bulunan La Bouqeria adındaki tarihi
Pazar yeri. Yüzünüzü denize döndüğünüzde La Rambla'nın sağ kısmında kalıyor.
Pazar günleri kapalı olduğunu hatırlatalım. Burada çeşit çeşit meyve, sebze,
deniz ürünü, et ürünleri satılıyor. İçerisi inanılmaz kalabalık. Meyve veya
meyve sularınızı alıp gezmeye devam edebiliyorsunuz. Soyulup dilimlenmiş meyvelere
içiniz gitmemesi imkânsız. Biz bayıldık.
Etrafında cafe ve restoranlar da var.
Buralarda da oturup keyifli vakit geçirebilirsiniz fakat ancak yer
bulabilirseniz. Biz ancak 2. Gün bulabildikJ Şaraplar ve yemekler bir harika.
Otelimizin önünde küçük bir meydan
var ve bir cafe. Etrafta İspanyolların kimi neşeli kimi hararetli sohbetlerini
dinleyerek birkaç kadeh birşeyler içtik ve uyuduk.
2. gün
Ertesi gün için planımız Gaudi nin
şu meşhur eserlerini görebilmek. Sabah kahvaltımız tost ekmeği ve reçel yanında
kahve sınırsızJ erkenden düştük sokaklara.
Metroyu kullanarak Park Guell e ulaşmaktı amacımız ama yanlışlıkla 1 durak
evvel inmişiz. 10 dakikalık yürüyüşten sonra Park Guell e çıkan yürüyen merdivenlere
ulaştık. Park Guell bir seyir tepesinde kurulmuş, bu yüzden oldukça
çıkıyorsunuz.
Park Guell e çıkınca Barselona ve meşhur katedrali Sagrada
Familia ayaklarınız altında. Burası fotoğraf çeken turistlerle dolu. Park Güell
Barselona aristokrasisi için yapılmış bir parktır. Parkın merdivenleri ve
pavillion kısımları Antoni Gaudi tarafından tasarlanmıştır Sakin kuş sesleri
dinleyebileceğiniz bir park. Bir de içinde birkaç köşk tarzı yapı var.
Aşağı inince parkın ana girişine
geldik bizim yürüyen merdivenlerle çıktığımız arka girişmiş meğer. Ana giriş
üzerinde papağanların öttüğü palmiyelerle süslenmiş.
Gaudi’nin tasarladığı pavillion kısımları
ünlü masal Hansel ve Grathel’dekine benzetiliyormuş. Buraya turist akıyor
etrafta birçok Türk e de rastlıyorsunuz.
Daha sonra yürüyerek L Sagrada Familia
katedraline gittik. Yolda bir kafe de hem mola vermek hem de şu meşhur İspanyol
tatlısı Churros nı deneyelim dedik ama çok yağlı geldi bize pek beğenmedik.
Sonunda ihtişamlı La Sagrada Familia katedraline vardık. İçeri girmek yıllarımızı alacak gibi geldi. Daha önceden de burada çok uzun turist kuyruklarını okumuştuk zaten. İşin aslı dış yapısını incelemek için bize oldukça ilginç gelmişti zaten. Hala tamamlanamamış bir katedral ve buna rağmen Barselona’nın en ünlü ve en çok ziyaret edilen noktalarından biridir ve UNESCO dünya tarih mirası listesindedir. Özellikle dış yüzünün mimarisi inanılmaz güzel görünüyor. Bitmemiş olsa da ziyaretçilerin oldukça beğendiği belli. Yaklaşık yüz yıl önce başlayan Sagrada Familia projesini ünlü ve değerli İspanyol mimar Gaudi gerçekleştirmiş. Gaudi’nin büyük ihtimalle en önemli eseri Sagrada Familia’dır. Kilisenin uzunluğu nerdeyse etraftaki tepelerin yüksekliğine eşitmiş. Gaudi bunu yaparken insanın yaptığı şeylerin Tanrı yapımı şeylere ulaşabileceğini düşünmüş.
Planımızın son kısmında Gaudi nin
Casa Mila ve Casa Battlo adındaki iki meşhur yapısı vardı. Her ikisi de yine
gelenekselin dışında inşa edilmiş eserler fakat maalesef her ikisi de
restorasyondaydı ve dışarıdan bile fotoğraflayamadık.
Öğleden sonra oldukça fazla vaktimiz
kalmıştı. Kendimizi yine tarihi pazaryeri La Bouqeria ya attık. Bu sefer
oturacak yer bulmuştuk. Harika bir şarap içtik. Harika bir deniz ürünleri
salatası yedik. Harika meyvelerden de tabii. Sonrasında yine sokaklarda gezip
dolaştık. Gotik mahallede gezerken bir kafeye oturduk ve ilk sangria mızı
tattık. Sangria ispanya da çok meşhur bir içecek. Portakal ağırlıklı meyvelerle
tatlandırılmış buzlu servis edilen şarap denebilir. Harika bir yaz içeceği.
Bayıldık.
3. gün
Barselona için ayırdığımız son
günümüzdü. İşin aslı motosiklet ve otel rezervasyonumuz olmasaydı dün buradaki
görmek istediğimiz yerleri tamamlar ve ayrılırdık çünkü bizce Barselona için 3
gün çok fazlaymış. Bu biraz moralimizi bozsa da sabah yine neşeyle yola
koyulduk. Bu kez hedefimiz Montjuic tepesi ve Barselona kalesi. Montjuic tepesi
yine insanların spor ve yürüyüş içinde kullandıkları huzurlu bir park.
Girişinde biraz yukarıda kültür ve sanat merkezi sizi karşılıyor. Buradan
aşağıda yine şehir manzarası ve elbette Sagrada Familia yı
görebiliyorsunuz. Yukarılara doğru
yürüyerek tırmanmaya devam ettik. Meşhur olimpiyat stadı da görülebilir. Bu
tarafta bir de Poble Espanyol denen minyatür İspanyol köylerini tanıtıcı bir
yer de turistik yerler arasında yer alıyor fakat bizim bu gezimizde asıl
amacımız İspanyol köylerini gezmek görmek olduğundan burayı atlıyoruz. Gerçeği
kadar güzel olamaz diyoruz ve yanılmadığımızı da ileriki günlerde gördük.
En tepeye daha doğrusu tepenin diğer
tarafına varınca kaleyi görüyorsunuz. Aslında burası daha çok siyasi suçluları
cezalandırmak için kullanılmış bir hapishaneymiş. Kaleden aşağıda deniz manzarası, ticari liman
ve Port Vell rahatlıkla izleniyor.
Burada biraz soluklanıp aşağıya inmeye devam ettik.
Aşağıda çok hoş bir
park çıktı karşımıza. Bir fotoğraf ta burada çekip tepenin bu tarafından inince
otelimize çok yakın bir sokağa çıktığımızı fark ettik. Lakin saat yine ancak
öğle vaktini geçmişti ve yine bir sürü vaktimiz vardı. Biraz dinlenip bu kez de
Barselonata meşhur plajı görelim dedik.
Marinadan aşağıya plaj boyunca
yürüdük. Bizim Marmaris i andıran bir havası var bu tarafın. Klasik sere serpe
insanlar. İlgi çekici bir şey yoktu.
Bir
kafede takıldık biraz ardından akşamüstü otele tekrar döndük. Daha önceden Montjuic
te meydandaki çeşmelerde akşamları ışık gösterileri yapıldığını okumuştuk ve
akşam oraya gitmeye karar verdik. Gerçekten güzeldi.
Müzik eşliğinde romantik
bir ambiyans yaratmışlar ve çok da kalabalıktı. Hoş bir gece geçirdik. Ertesi sabah
motorla yola koyulup Barselona ya veda edecektik; tabiki 1 hafta sonra geri
dönmek üzere!
4. gün
Sabah erkenden motor kiraladığımız
ofise geldik. Sorunsuz olarak motoru teslim aldık.
İlk görülecek “Puenta del diablo”
adlı köprü. Kartacalı Hanibalin mö 218 de inşa ettiği söylenirmiş. Burası
babası adına yaptırmış. İşin aslı yollarda bunlardan onlarcasına rastlıyorsunuz
ama bunu adı meşhur etmiş işte.
Ardından da Montserrat Dağına doğru
devam ettik. Virajlı yollardan yukarı çıkarken elbette yeşil bir doğa sizi
mutlu ediyor. Yollar gayet düzgün çünkü yukarıda yine çok turistik bir yer var.
İspanya’da dini turizm oldukça hareketli. Meşhur hacıyolları var. Yukarıda bizi
bekleyen manastır da bunlardan biri sayılabilir. Burada bulunan kara Meryem
heykeli bir çoban tarafından bulunmuş. Meryem Ana’nın da bu manastırda yıllarca
sığınma amaçlı kaldığı söyleniyor. Bu sebeplerden burası oldukça fazla
ziyaretçi topluyor. Fakat bunların da ötesinde tepeden aşağı manzara çok güzel
ve dağ yürüyüşçüleri için de popüler bir yer. Uzun patikalar ve yine yürüyerek
gidilebilen küçük bir manastır daha varmış ama tabiki biz burada o kadar vakit
harcamadık.
Yollar çok uzun gidilecek çok yer
vardı. Bunlardan biri Rupit. Gri taş evleri olan güzel bir
köy. Taşköprü’den kasaba için
giriyorsunuz. Taş sokaklar meydanları rengârenk çiçekli evleri var.
Tertemiz, büyüleyici güzellikte ve huzur
dolu. İçeriye araç girmiyor yürüyerek geziyorsunuz.
Akşamüzeri
Girona ya vardık. Buraya varır varmaz da üzerimize bir moral bozukluğu çöktü
çünkü Girona gerçekten çok tarihi ve güzel bir şehirdi ama bizim çok az
vaktimiz vardı. Gerona’da bir
zamanlar Yahudiler yaşamış, sonra göç etmişler, çok az kısmı geri dönmüş. Dar
sokakları ve mimarisi ile farklı bir şehir. Burada bazı evler zemin kattan
ikinci kata doğru genişletilerek yapılmış bunlara “Hamile Evler” demişler.
Girona’da ki bu
Yahudi mahallesi Avrupa’da en iyi korunmuş olan Yahudi bölgelerinden biridir.
Bu nedenle bugün Girona’ya yüzlerce turist bu tarihi görmek için akın
etmektedir. Gerona’da Eyfel Kulesini yapan Gustave Eifell’in Eyfel Kulesi’nden
önce yaptığı çelik bir köprü de bulunmakta.
Biraz
eski şehirde hızlıca bir tur attık. Meşhur Yahudi evlerini gördük.
Fotoğraflarımızı çektik ve buradan ayrıldık ama şöyle rahat rahat 3-4 saat
gezmek isterdik. Burada yine bir Türk turist grupla karşılaştık. Şu çılgın Türkler
her yerdelerdi..
Sıradaki
istikametimiz Dali müzesinin bulunduğu Figueres ti. Dali müzesi Dalinin
sürrealist özelliğini yansıtan bir tarzda yapılmış bir binaydı. Burayı
dışarıdan fotoğrafladık, içerisi ilginç eserlerle dolu olduğu söylense de bu
saatler alırdı ve müzenin kapanma vakti yaklaşmıştı. Bir şeyler yiyip yola
devam ettik.
Yolda Castellfollit De La Roca: dağ kenarına sıra halinde dizilmiş evlerden oluşan başka bir köy.
Torla ya çok yakın bir köyde kaldık. Hava biraz daha serindi. Burası biraz Alpleri andırıyor. İnsanlar dağ sporlarıyla meşgul. Herşey çok güzel ama biz çok yorgunduk. Biraz vakit geçiridik, kısa bir yürüyüş sonra otel ve uyku.
5. gün
Torla dan sonra yine motosiklet
yıldızlı rotalardan yani dağlardan köy köy gezerek devam ettik. Her biri ayrı
güzel. Tertemiz, taş evler ve renkli çiçeklerle süslü köyler. Yolda bir manzara
tepesinde Lübnanlı bir aileyle karşılaştık biraz sohbet ettik. Motorumuza çok
ilgi gösterdiler. Birbirimize iyi tatiller dileyerek ayrıldık.
Taull çok güzel bir köy olmasının yanı
sıra aynı zamanda Vall de Boi UNESCO kültür mirası tarihi kiliselerden birini barındırıyor.
Burada mis gibi havayı soluyarak bir kafe de rahat bir mola verdik.
Sıradaki köyümüz Ainsa.
Bir tepe
üzerine kurulmuş yüksek bir ortaçağ köyü burası. Ve tabiki harika bir manzarası
var. İşin gerçeği Ainsa’nın bu kadar güzel çıkacağını ummamıştık, hakkında
yapılan tanıtım en az İspanya’ nın diğer köyleri kadar az. Birer kadeh şarap
içtik, dinlendik ve tekrar yola çıktık. Akşama Andorra ‘dayız.
İspanya’ dan çıkmış olduk, çünkü
burası küçücük bir ülke. Vergileri düşük tutarak yaptığı satışlarla ayakta
kalmaya çalışan bir ülke olduğundan alışveriş için tercih ediliyor. Geceyi
burada geçirip sabah mağazaları gezmeyi düşünüyoruz. Otele yerleştikten sonra
yokuşlar inip şöyle bir etrafı gezdik. Açık bir kafe bulduk. Saat biraz geç ve
hava soğuk olduğundan yiyecek ne var diye sorduğumuzda sahibi “patatas bravas”
cevabını verdi. Sevindik çünkü bunun çok geleneksel bir İspanyol yiyeceği
olduğunu okumuştuk. Tadı şu bildiğimiz yumurtalı patatesJ ama o saatte çok iyi geldi.
6, gün
Uyandık ve kendimizi dışarı attık.
Andorra da sabah Avrupa’nın diğer şehirleri gibi aslında. Güzel giyimli beyler
bayanlar işe gitme telaşındaydı. Keşke mağazalar da biraz telaş içinde
olsalardı ama saat 10 a kadar kıllarını kıpırdatmadılar. Biraz dolaştık, bir
telefon aldık ve öğle vakti daha fazla geç kalmadan yola düştük.
Andorra dan sonra azıcık ufacık
kıyısından da olsa Fransa’ dan geçmek istedik. Manzara hemen biraz değişti.
Evler çok güzelleşti, doğa daha bir yeşillendi. Fransa da bir sahil
kasabasındaydık. Burada bir restoranda yemek yedik.
Burası İspanya kasabası
Hondarribia ile birleşmiş adeta. Hondarribia eski şehri ve rengârenk evlerle
dolu marinasıyla harika bir yer. Böylece Bask bölgesine de girmiş olduk.
Hondarribia eski şehirde şöyle bir turladık ama aklımız Bask bölgesinin incisi
San Sebastian da. Arası yarım saat bile sürmüyor. Tren garının arkasında bir
otelde yer bulduk. Biraz dinlenip sokaklara attık kendimizi.
Uremea Nehri’nin kıyısından yaklaşık
10dk yürüyerek sahile ulaştık. Okyanus plajı yüzmek için bize hiç çekici
gelmedi, zaten buz gibi esiyordu ve hava serindi ama insanlar sürü halinde
plajda. Biz şehrin kalbine ilerlemenin daha hoş olacağını düşündük ve plajdan
içeriye yürüdük. Karşımız a ilk kez bir
yogi yogo (ya da öyle bir şeyJ) dükkânı çıktı. Dondurulmuş yoğurt ya da yoğurttan yapılmış dondurma ne
deseniz sonuç harika bir tat. Burada ve gezdiğimiz diğer şehirlerde bu yogiden
daha çok yedik.
Parte
Vieja (Old Town) içeride tasarımcılara ait butikler, antika pincos barlar var.
Urgull Tepesi’ndeki kiliseyi, dev İsa heykelini seyredebilirsiniz. Constitution Square şehrin merkezinde.
Eskiden burada boğa güreşleri yapılırmış. Eski şehir Urgull dağının
eteklerinde. La concha plajı da en meşhur plajı. Burası adını şekli nedeniyle
deniz kabuğundan almış. La concha ya da biraz göz atıp dayanamadık attık
kendimizi pinços barlara.
Eski şehirde daracık sokaklar
arasında barlar tıklım tıklım. Biz de en kalabalık olanlardan birine daldık. En
lezzetli yemekler burada olur diye düşünerek. Öyle de oldu. Müthiş deniz ürünü
ağırlıklı mezeler barlara serili. Tabağınızı alıp içine istediğinizi
dolduruyorsunuz. Her bir çeşit için ayrı para ödüyorsunuz. Ama çok doyurucu ve
lezzetli. Değişik değişik 3-4 bara girip çıktık. Tıka basa doymuştuk. Eski
şehrin dar sokaklarından çıkıp deniz kenarında bir kafe bar bulduk. Burada
güneşin batışının keyfini sangria mızla çıkardık.
7. gün
Sabah uyandığımızda dünkü havadan
eser yoktu. Hava simsiyah bulutluydu ki yola çıkar çıkmaz yağmur başladı.
Saatlerce yağmurda yol almak zorunda kaldık. Önce Bilbao ya uğradık. Orada Guggenheim
müzesi nin dışından fotoğrafladık.
Gerçekten de ilginç bir yapı. En çok da
önündeki köpek heykeli turistlerin ilgisini çekiyor. Çok büyük bir müze. Kısa
bir mola sonrasında tekrar çıktık yola. Yağmurla beraber öğlene kadar yol
aldık, öğleden sonra güneş açtı. Bugünkü rotamızın en önemli kısmı Picos de
Europa bölgesi.
Bu sıradağlara Avrupa nın zirveleri demişler. Atlantik kıyılarının hemen birkaç mil ötesinden başladığı bu bölgede kelt etkisi de hissediliyor, barlarda meşhur içki cider, etrafta gayda çalan insanlar var. Zaten yukarı kıyılarda evlerin şekli de İrlanda tarzını anımsatıyor. Doğada virajlı yollarda ilerlerken yine Alplerdeki gibi etrafta bisiklet ve dağ sporlarıyla uğraşan insanlar görüyorsunuz. Harika bir atmosfer. Potes köyüne vardık. Burası da en çok görmek istediğimiz köylerden biriydi. Gerçekten çok turistik. Dağlarda ilerlerken birden çok kalabalık bir köyde bulduk kendimizi. Ortasından bir nehir geçiyor ve etrafına da köprüler, kafeler restoranlar yapılmış. Oturup biraz dinlendik sonra yukarılara doğru yola devam.
Picos de Europa ‘nın zirvelerine
kadar çıktık. Burası aynı zamanda milli park. Yukarıda bulunan inekler ve
yavruları muhteşemdi. Ceylan heykelinin arkasında manzara güzel. Heykelle
fotoğraf çekmeden duramadık tabi.
Buradan sonra yol boyunca hacıyolu
işaret levhaları. İspanya da bunlardan çeşitli bölgelerde bir sürü
görüyorsunuz. Santiago de Compostela gibi kutsal yerleri hacı noktaları
seçmişler ve bu noktalara varmaya çalışan onlarca bisikletçiyi gördük yollarda.
Akşama
harika bir “üniversite şehri” ne vardık: Salamanca.
Her yer tarihi yansıtıyor. Etrafta bu kez sadece turistler değil aynı zamanda öğrencileri de görebiliyorsunuz. Avrupa’nın en eski üniversitelerinden biri burada.
Tüm binalar kehribar sarısı taştan yapıldığından şehir hiç bitmeyecekmiş gibi aynı tonda ve güzellikte devam ediyor. Bundan dolayı buraya altın şehir de deniyormuş. Salamanca, İspanya'nın ve dünyanın dört bir yanından eğitim ve özellikle İspanyolca öğrenmek için gelen öğrencilerin akınına uğramaktaymış. İspanya'da en akıcı ve temiz İspanyolca'nın Salamanca'da konuşulduğu da söylenir.
Işıl
ışıl dükkânların bulunduğu çarşı caddeden geçerek Plaza mayor a vardık. Kocaman
bir meydan. Etrafında resmi binalar ve restoranlar var.
Buradan okullar ve
katedrallerin bulunduğu bölgeye geçtik ki buralar çok daha muhteşem.
Şehirde gece hayatı da oldukça hareketli ve renkli. Restoranlar kalabalık.
Güzel bir akşam yemeği sonrası otele döndük.
8. gün
Bugünkü
hedefimiz erkenden Segovia’ya varıp orayı doyasıya yaşayabilmek ve de
dinlenebilmek. Anlatırken yollar hızlı geçse de kilometreler izim için çok
fazla ve yorucu oldu. Neyse ki planımıza
uyabildik ve Segovia ya öğle vakti vardık. Güzel bir otele yerleşip dışarı
çıktık. Segovia İspanya’nın en ünlü tarihi kentlerinden
biri. Antik kentin kuzeybatı ucunda Alcazar Kalesi, güneydoğu ucunda dünyaca
ünlü Roma Kemeri bulunmaktadır. Romalıların burada yaşadıkları dönemlerde (M.S.
1. yüzyılın sonlarında) inşa ettikleri su kemerleri büyük ölçüde korunmuş.
Guaddarrama Dağları’ndan başlayan bu su kemerinin uzunluğu yaklaşık, 15
kilometre, toplam 166 kemerden oluşuyormuş.
Eski şehrin içi daracık sokaklar, kafeler, dükkânlar tarihi evler ve meydanlarla dolu.
Burada Yahudi yerleşimi de fazlaymış. Aşağı doğru yürüdükçe birçok ev ve yolun
da restore edilmeye çalışıldığını gördük. Tarihe sahip çıkılıyor tabi.
Restorasyonlar aslına uygun yapılmaya çalışılıyor ama eskiler gibi değil.
Şehrin sonu Alkazar şatosuna çıkıyor. Burada hem şato hem de manzara harika. Bu
şato Disney çizgi filmlerine ilham vermiş. Bu
kale, kraliyet sarayı olarak da kullanılmış. Daha sonra hapishane, bir Kraliyet
Topçu Koleji ve o tarihten bu yana da bir askeri akademi olarak hizmet vermiş.
Şehirde
en büyük meydan yine Plaza Mayor. Her yer neşeli eğlenceli, sokaklarda
konserler bile veriliyor. Akşamı burada keyifle geçirdik.
Sabah uyandığımızda pencereden baktık ve sürpriz bir
balonla karşılaştık. Çok erken saatte bizim Kapadokya tarzı manzara turları
yapılıyor. Orada olmak isterdik doğrusu, ama yine motorumuzu tercih ettik.
9. gün
İlk
hedefimiz El Escorial — ispanyanın enbüyük manstırı,
Madrid'in yaklaşık 45 Km kuzeybatısında yer alan "El Escorial"
İspanya Krallarının tarihi ikameti olmuş yarı manastır yarı saray niteliğinde
bir yapı. 10 Ağustos 1558 yılında Fransa'ya karşı kazanılan Saint Quentin
zaferini anmak için inşa edilmiş. Maalesef gittiğimiz saatte kapalıydı ve
sadece dışarıdan görebildik.
Madrid e varmıştık. Biraz turladık
etrafta. Bir kafede dinlendik. Fakat burası bize hiç çekici gelmedi. Sıradan
bir başkent v büyük şehir kalabalığı, trafik sıkıldık ve Madrid te yaklaşık 2
saat kalıp buradan çıktık. İspanya gezimizde bizi en çok hayal kırıklığına
uğratan iki yer Barselona ve Madrid oldu. Yıllarca bu kadar meşhur olmuş adını çok
duyduğumuz iki turistik şehir bize Roma, Paris, Venedik, Floransa, Münih, Dubrovnik,
İstanbul gibi buram buram tarih fışkıran büyük şehirlerden sonra biraz yapay
geldi galibaL
Madrid den sonraki destinasyonumuz
yine enteresan bir kasaba: Alcala de Henares. Alcala de Henares Ünlü İspanyol
yazar Miguel de Cervantes'in doğum yeri olup şehir merkezinde müzeleştirilmiş
olan evi bulunmakta. Şu an halen ziyaretçilere açık olan evin içinde
Cervantes'in çalışma odası da mevcuttur. Ev eşyalarıyla birlikte koruma
altındadır. Alcalá de Henares bu tarihi önemi, nezih kafeleri ve nostaljik
sokakları ile turistlerin odak noktası. Tarih yine korunmuş, ortaçağ
görünümünde bir kasaba. Sempatik bir Don Kişot heykeli var evin önünde. Burası
oldukça kalabalık tabiki.
Yola
devam ediyoruz. Yine dağlık bir alandan geçip daha evvelden işaretlediğimiz Del
Diablo seyir noktasına vardık. Burası doğanın şekillendirdiği bir oyuktu
fotoğraflarda ama ötesi bir vadiyi gösteriyormuş. Aşağıdaki nehir yine
sporcular için rafting yeri. Yolların kenarlarında küçük göller seyrederek
dağlarda ilerlemeye devam ettik.
Sonunda en çok beğendiğimiz köydeydik: Albarracin.
Kuleleri yüksek kalesi altına kurulmuş kaya
oluşumundan evleri olan çok güzel bir köy. Taş sokaklarında gezmeli tarih kokan
atmosferi görmelisiniz.
Hotel Arabia adında harika bir otelde kaldık. Hava
yağmurluydu ama yine de köyün içini gezdik.
Köyün evleri öyle güzel bir renkte ki doğayla birleşmiş. İnsan burada
kendini muhteşem hissediyor. Bir restoran seçtik ve harika tapaslar yedik ve nefis şaraplar içtik. Sabah uyandığımızda
her yer bembeyaz sis içindeydi.
10. gün
Uzunca bir süre siste yol aldık ama
sonra geçti. Hava güneşliydi. Bu gezimizin son günü sayılır. İlk durağımız
Teruel.
Burası tarihi bir kasaba yine. Biraz dolaşıp kahvaltı yaptık burada.
Ardından yola devam.
Poble Manastırı’na doğru yol aldık. Poblet Manastırı 12.yy kalma dünyanın en büyük ve en eksiksiz Cistercian manastırlarından biridir. Zamanında büyük bir askeri kompleks olarak sonrasında Kraliyet sarayı ve ikamet yeri olarak kullanılmış. Poblet’in ön cephesi görülmeye değer bir ihtişama sahip; etrafı üzüm bağlarıyla çevrili, içeri girildiğinde rehberli bir turla, şarap mahzenleri, kütüphane, toplantı odası ve yemekhaneden geçerek Romanesk ve Gotik tarzdaki kilisenin iç mekânı ve gül bahçesi gezilebilir.
Amacımız Barselona’ya en yakın güzel
bir yerde kalmaktı ve turistik bir plaj kasabası Sitges te karar kıldık. Burası
hakkında duyduğumuz müstehcen dedikoduların gerçek olup olmadığını merak
etmiyor da değildik ama tabi bu işin esprisi. (Buranın bir Gay cenneti olduğunu
duymuştuk) otelimize yerleşip dışarı çıktık. Burası bizim Marmaris bodrum u
andıran bir yer. Ama ciddi bir fark dedikodular tamamen doğruymuş. Etrafta
onlarca gay çift gördük. Elele, göz göze, diz dize! Gözlerimize inanamadık ama
gerçekten bir sürüydüler. Elbette bu bir tercih meselesi ama bu kadar çoğunu
bir yerde görmek biraz tuhaf geliyor insana. Sitges te kendilerini özgür
hissediyorlarmış. Neyse son günümüze değişik bir renk kattı. Yedik içtik
eğlendik. Güzel bir akşam geçirdik Sitges’ te.
11. gün
Tatilimiz sona erdi. Sabah erkenden
yola çıktık ve yarım saat sonra Barselona’daydık yeniden ama bu sefer
motorumuzu teslim ve veda için. Teslimat sırasında hiçbir sorun yaşamadık çok
şükür. Sonrasında havaalanına gittik ve alışveriş yapıp uçağımızı bekledik.
İspanya gezimiz çok çok yorucu ama
yine de güzeldi. İşin gerçeği İspanya çok güzel bir ülke ve gezilecek görülecek
öyle çok güzel yerler var ki insan tercih yapıp elemekte çok zorlanıyor ve biz
de çok zorlandık. Defalarca gelme görme fırsatımız olsa bu kadar yorulmaz, doya
doya yaşardık her bir köyünü kasabasını. Sonraki seferleri yapmak kısmet olur
mu bilmiyoruz ama ilk hedefimiz güney ispanya olacak bundan sonra.